Bilindiği gibi, "küreselleşme", çok boyutlu uluslararası bir süreçtir ve kavramın derin incelemesini yapmadan yüzeysel bir yaklaşımla denilebilir ki, bu kavram "bütünsellik", "homojenlik" gibi olguları içermektedir. Tabii ki, "bütünsellik" ve "homojenlik" olguları ilk olarak küresel ve bölgesel anlamda, hatta ülkelerin iç usulleri ve dinamikleri ile ilgili küreselleşme sürecinin önündeki "engeller" kavramını gündeme taşımaktadır. Yani küresel bütünleşme sürecini önleyen, sekteye uğratan ve hızını kesen her şey, bu kapsamda "engel" olarak nitelendirilebilir. Dolayısıyla, uluslararası ilişkiler öğretisinde ve diplomasi pratiğinde "küreselleşme" ve "engel" kavramlarına sıkça rastlanmakta ve bazı liberal yaklaşımlarca bu iki mefhuma adeta "iyi" – "kötü" ilişkilendirmesi veya etkileşimsel retoriği yüklenmektedir.
ABD'deki başkanlık seçimleri tüm dünyada olduğu gibi Rusya Federasyonu'nda da yakından ve büyük bir ilgiyle takip ediliyor. Bunda ABD'nin dünya siyasetinde oynadığı rolün yanı sıra özellikle 2014 yılından itibaren ABD-Rusya ilişkilerinin gittikçe gerginleşmesinin de etkisi büyük. Diğer taraftan Kremlin, seçimleri kazandığı kesinleşen Joe Biden'ı tebrik etme konusunda acele etmiyor. Vladimir Putin, seçim sonuçlarının resmî olarak açıklanmasını bekliyor. Hâlbuki bundan dört yıl önce Kremlin benzer durumda olan Donald Trump'ı hemen tebrik etmekten çekinmemişti. Öyle anlaşılıyor ki Moskova, Joe Biden'ı erkenden tebrik etmenin bir faydasını görmediği gibi ilişkilerin geleceği açısından da pek ümit beslemiyor.
1-2 Ekim 2020 tarihleri arasında Avrupa Birliği Devlet ve Hükümet Başkanları Özel Zirvesi Toplantısı'nda birliğin gündeminde olan birçok sorun tartışıldı. Bu üst düzey zirvede Belarus'a yaptırım uygulanması, Dağlık Karabağ'daki Azerbaycan-Ermenistan çatışması ve Türkiye ile Yunanistan arasında Doğu Akdeniz'de devam eden kriz konuları ön plana çıktı. Zirvenin ardından yapılan açıklamalara bakıldığında, öncelikle Türkiye-AB ilişkilerinde Türkiye'nin belirleyici bir aktör olduğu görülüyor. AB içinde yaşanan sorunların yanı sıra, AB'nin bir bütün olarak uluslararası arenada etkileyici bir rol üstlenemediği ve dış politikada karar vermekte çok zorlandığı ortaya çıkmış oldu. Doğu Akdeniz krizi, AB'nin dış politikada etkin bir aktör olamadığını da gösterdi. Bu krizde Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron'un AB'nin karar süreçlerini sınırladığı ve krizin yönetimini engellediği görüldü. Diğer taraftan Almanya bu zirvede çözüm odaklı bir politika sergiledi.
İngiltere'de en baştan bu yana pek çok tartışmaya neden olan Brexit sürecinin onaylanmasını takiben, ekonomik ve ticari anlaşmalar belirsizlik taşımaktadır. Özellikle pandemi sürecinin de devreye girmesiyle daralan ekonomi, kapsamlı ticari ortaklıkların gerekliliğinin önemini tekrar gündeme getirmiştir. Bu anlamda, Avrupa Birliği'nden ayrılma sürecindeki Muhafazakâr hükümetin henüz hiçbir ülke ile serbest ticaret anlaşması yapamaması eleştirilere neden olmaya başlamaktaydı. Ancak geçtiğimiz gün Japonya ile varılan serbest ticaret anlaşması, peşi sıra başka serbest ticaret anlaşmalarıyla desteklenmesi halinde, hükümetin elini güçlendirebilir.
Macron Fransası ve Doğu Akdeniz siyaseti
Dünya barışı kavramının uluslararası arenadaki mevcut kargaşa içerisinde unutulduğunu ve yerini ne olursa olsun kazanma hırsının aldığını müşahede ediyoruz.
Daha...