THE THINKING OF FUTURE
BİZ DÜNYA SİYASETİNİN TÜM SIRLARINI AÇIYORUZ

Avrupa Parlamentosu'nun yıllık raporu: Azerbaycan'ın girişimleri ve tutumunun güçlenmesi

Siz buradasınız: Baş sayfa »» Uluslararası ilişkiler »»
 0 Mesaj Yazı Aralığı+- AFont Ölçüsü+- Çap
31908
Yazı Aralığı+- AFont Ölçüsü+- Çap

Bakü, 19 Aralık 2018 – Newtimes.az

Son yıllar uluslararası örgütlerin Azerbaycan'la ilgili adaletli tutum sergilemesi adeta bir eğilime dönüşmüştür. Bu husus kabul edilen belgelerde de ifade edilmektedir. Ayrıca Avrupa Birliği'nin giderek daha büyük kapsamda Azerbaycan gerçeklerini itiraf ettiğini yansıtan belgeler kabul ediliyor. Bu belgelerin biri 12 Aralık'ta kabul edildi. Sözünü ettiğimiz belge, AB'nin yıllık faaliyetinin değerlendirilmesine ilişkin tahminsel analitik prensipleri içeren rapordur. Söz konusu belgede AB'nin, ortak devletlerin egemenliğini, toprak bütünlüğünü ve sınırlarının dokunulmazlığını desteklediği kaydediliyor. Yani, Ermenistan-Azerbaycan Yukarı Karabağ sorunu yalnız Azerbaycan'ın toprak bütünlüğü çerçevesinde, uluslararası hukuk normları ve prensipleri doğrultusunda çözüme kavuşabilir. Bu husus çok önemlidir. Aynı zamanda belgede küresel düzeyde yaşanan sürece AB'nin yaklaşımı ve oluşan durumun mümkün gelişme yönleri yer almıştır. Yani, konuyu tümüyle dünyanın jeopolitik manzarası açısından ele almak imkanı bulunuyor. İşte bu bağlamda raporda yer alan hususlar üzerine daha geniş değinmek ihtiyacı duyduk.

Değerlendirme belgesi: gerçek ve itiraflar

Birkaç gün önce Strazburg'ta Avrupa Parlamentosu'nun toplantısında Dış İlişkiler Komitesi'nin düzenlediği "Genel dış ve güvenlik politikasının yürütülmesine ilişkin yıllık değerlendirme raporu'' ele alındı. 29 maddeden oluşan raporun birkaç kısmında genel prensipler de yer almıştır. Raporu Dış İlişkiler Komitesi başkanı, Avrupa Halk Partisi Alman milletvekili David McAllister sundu. 12 Aralık'ta belge Avrupa Parlamentosu'nda büyük ses çoğunluğuyla kabul edildi (Bkz, Annual report on the implementation of the Common Foreign and Security Policy (2018/2097(INI)) / europarl.europa.eu, 26 Kasım 2018).

Rapor, iki yönden politika uzmanlarının dikkatini çekti. Öncelikle Avrupa Birliği'nin, dış politika yönünde faaliyetini nasıl değerlendirmesi merak uyandırıyor. Çünkü politika uzmanları AB'nin politik akibeti konusunda farklı tahminlerde bulunuyorlar. Önemli olan genel manzaranın AB dahilinde nasıl değerlendirildiğidir. Diğer bir husus ise AB'nin birtakım bölgesel sorunların  çözümüne yaklaşımıyla ilgilidir. Bu bağlamda Güney Kafkasya'da yıllarca devam eden sorunların çözümüne ilişkin Brüksel'in yaklaşımı büyük önem taşır.

AB'nin, bağımsızlığını yeni kazanan ülkelerle ilgili politikası üzerine söz konusu prensipler bazında düşünebiliriz. Bu konu uzun bir süre boyunca son derece aktüel anlama sahiptir. Çünkü post-sovyet coğrafyasında önemli jeopolitik ve siyasi hareketlilik bir hayli derecede aktifleşmiştir. Meydana gelen faktörlerin tarafsız değerlendirilmesi ve uygun sonuçların alınması büyük önem arz ediyor.

Öncelikle kaydetmek gerekir ki, Avrupa Parlamentosu'nda söz konusu belgenin büyük ses çoğunluğuyla kabul edilmesi sıradan bir durum değildir. Sürecin perde arkasında milletlerin self-determinasyon ve toprak bütünlüğünün dokunulmazlığı prensipleri arasında ciddi bir gerilim yaşanmıştır. Birtakım Ermeni yanlısı milletvekili self-determinasyon hukukunu gereksiz yere uygulamağa kalkışmışlar. Söz konusu milletvekilleri, 2017'de de ciddi bir yenilgiye uğramışlar. Avrupa Birliği'nin Brüksel'de düzenlenen Doğu Ortaklığı Zirvesi'nin ortak bildirisinde ortak ülkelerin egemenliğinin, toprak bütünlüğünün temini ve sınırların dokunulmazlığı prensiplerine yer verilmiştir. 12 Aralık 2018'de kabul edilen belge işte bunun devamıdır.

Bunun yanı sıra yeni kabul edilen belgede önemli bir husus da ifade edilmektedir. Bu noktada Avrupa Birliği'nin jeopolitik sürece yaklaşımında ortaya çıkan prensipler öngörülüyor. AB, son dönem küresel düzeyde yaşanan değişikliklerden belirli sonuçlar almağa başlamıştır. Bu husus belgenin giriş bölümünde yer verilen kısımda net şekilde ifade edilmiştir.

AB güvenlik alanında durumun sağlam olmadığını düşünüyor. Bu durum AB'de beklenmedik ve önceden tahmin edilemeyen belirsiz olayların meydana gelmesiyle nitelendiriliyor. İkinci Dünya Savaşı sonrası geride bıraktığımız sürede bu tür riskli manzara oluşmamıştır. Günümüzde devletler arasındaki sorunlar, doğal afetler, terörizm, siber saldırılar ve hibrid savaşlar sıradan olaya dönüşmüştür (Bkz, a.g.k.). Bu durum AB için iki konuyu - güvenliğin teminini ve komşu ülkelerle ilişkilerin konstrüktif düzeyde derinleştirilmesini bir hayli derecede aktüelleştirmiştir. Brüksel, AB'nin kendi çıkarlarını ve değerlerini koruyabilmesi için büyük sorumluluk üstlendiği görüşündedir.

Nitekim, söz konusu belgede komşu ülkelerle ilişkilerin AB için büyük önem taşıdığına ve örgütün bu ilişkilerin gelişmesinden sorumlu olduğuna vurgu yapılıyor. Bu husus, komşularla ilişkilerin AB'nin dış politikasının önceliklerinden biri olduğunu ifade ediyor. Ayrıca bu husus, AB'nin stratejik hedefleri sırasında da yer almaktadır. Brüksel, AB'nin güvenliğinin yalnız komşu ülkelerle ilişkilerin düzeyine bağlı olacağını anlıyor. Aynı zamanda AB, kendi çıkarlarının ve değerlerinin teminini faaliyetinin başlıca şartı olarak görmektedir. Buna dayanarak AB'nin, küresel düzeyde jeopolitik açıdan söz sahibi olmak sevdasından vaz geçmeği düşünmediğini söyleyebiliriz.

AB için böyle bir hedefe ulaşmak kolay olmamaktadır. Sözünü ettiğimiz belgeye göre, 2050 yılına kadar AB'nin nüfusu dünya nüfusunun yüzde 5'ni oluşturacaktır. Bu oran 1960'larda yüzde 13'tü. Anlaşıldığı üzere demografik sorun da yaşanıyor. En hızlı artış Afrika'da bekleniyor. Bu, dünya nüfusunu arttıracak 2,4 milyar kişinin 1,3 milyarının Afrika'da doğacağı anlamına geliyor. Bu durum fakir ülkelerde çok sayıda sorunlara yol açacaktır. Bu sorunlar ortadan kaldırılmadığında hem Afrika, hem de AB için yıkıcı süreç yaşanabilir.

Galiba Brüksel, şu an yaşanan göçmen sorununun genel niteliğini dikkate alarak bu kanaate varıyor. Zira Avrupa nüfusunda düşüş ve farklı kültüre sahip göçmen sayısında artış avrupalılar'ı ciddi biçimde tehdit altında tutuyor. Eğer bu eğilim güçlenirse Avrupa'da demografik durum bir hayli derecede karmaşık hale gelecek, ciddi ve önlenemez yeni sorunlar ortaya çıkacak.

2050'de dünyada yeni güç dengesinin oluşması ihtimalinin yüksek olması AB üyelerini rahatsız eden bir diğer mesele konumundadır (Bkz: a.g.k.). Raporda 2050'de ABD, Çin ve Hindistan'ın dünyada başlıca güç olabileceklerine vurgu yapılıyor. Rapora göre, söz konusu ülkelerin etki alanı genişleyecek ve bu ülkeler lider konuma yükselecekler. Bu süreç bazında AB, dünyada süper güçlerden biri olma şansını kaybedebilir. Böylece gerek AB'ye üye ülkeler, gerekse de tümüyle örgütün kendisi farklı bir güç dengesiyle yüz yüze kalabilirler. Bu durum Avrupa için yeni sorunlara neden olmanın yanı sıra dünyanın küresel yönetim kuruluşlarının güçlendirilmesini de gerektirebilir.

Brüksel'in tahminleri bununla sınırlı kalmıyor. Raporu oluşturanlar, durumu daha geniş kapsamda analiz etmeğe çalışıyorlar. Yazarlar, oluşan ''yeni dünya düzeninin giderek daha fazla asimetrik nitelik taşıdığını'' kaydediyorlar (Bkz, a.g.k.). Bunun nedeni devlet olmayan kuruluşların dünya politikasında giderek daha ciddi rol almasıyla ilgilidir. Söz konusu kuruluşlar son on yılda etki alanlarını genişletmişler. Bu kuruluşlara insan hakları ile ilgili, adaletli ticaret, doğal kaynakların rasyonel kullanımını savunan sivil toplum kuruluşlarını örnek gösterebiliriz. Söz konusu kuruluşların yanı sıra silahlı gruplar ve terör örgütlerini de konunun dışında tutamayız. Bu gruplar yıkıcı faaliyet yürütmekteler ve sonuçta sistem dışındaki özneler gibi dünyadaki duruma etki bırakıyorlar.

AB'ye iki yönden tehdit: işbirlik ile kaos arasında

Tüm bu hususlar AB'ye iki yönden darbe indiriyor. Öncelikli husus AB'nin karakterine uygun çokyönlü işbirliğine engeller çıkartılmasıyla ilgilidir. Ülkeler arasında ihtilaflar meydana geliyor, silahlı çatışmalar yaşanıyor ve belirsizlik artıyor. Diğer husus yeni kurulan devletlerin ve ya kuruluşların süper güce dönüşmek şanslarının bulunmadığıdır. Bu sorumluluğu AB gibi artık oluşmuş büyük güçler üstleniyor.

Bu süreç bazında "dünya kamuoyu, uluslararası sorunların çözümü ve küresel yönetim kalitesinin artırılması için uluslarötesi kararların alınmasının gerekliliğini artık idrak etmeğe başlamıştır." (Bkz, a.g.k.). Ancak dünya nüfusunun neredeyse yüzde 25'nin istikrarın bulunamadığı ülkelerde yaşadığı ortamda bu hedefe ulaşmak kolay değildir. Şu insanlar toplumsal-ekonomik eşitsizliğin temel kaynağına dönüşüyorlar. Bu durum istikrar, demokrasi ve barış için ciddi tehdit oluşturuyor.

Mali kriz, göçmen sorunu, şüpheci yaklaşımın yükselişi, dış politikada belirsizliğin üstün olması, Avrupa kamuoyunda küresel politikaya etki açısından yaklaşımlarda farklılıkların görülmesinin AB'nin kendine özgü stratejisinin oluşmasına ciddi engel olması da AB'yi rahatsız eden konulardan biridir. Bu husus, AB'yi sürecin öznesine değil de, nesnesine dönüştürmüştür. Yani, Brüksel, dünya politikasının senaryosunun yazılma sürecinde yer almamış, diğerlerinin aldığı kararlara tepki vermek zorunda kalmıştır. Halbuki AB, polikada dünya standartları konusunda ''lider konumda kalmağı sürdürüyor.'' (Bkz, a.g.k.).

Oluşan boşluktan Çin ve Rusya yararlanmağa çalışıyorlar. İki ülke uluslararası hukuka uymak yerine ortaya birtakım ''sorunlar'' çıkartıyorlar. Net olarak Çin ve Rusya, demokrasi yönünde reformlara ve uluslararası hukukun gelişimine ''hizmet etmiyorlar''.

Fakat AB için mesele bununla sınırlı olmamaktadır. Raporda ABD ve İran'ın yanı sıra birtakım terör örgütleri de ayrıca kaydediliyor. Amerika'nın İran'la imzalanan anlaşmadan çekilmesi Orta Doğu'da güvenliğe büyük tehdid olarak değerlendirilmektedir. İran ile yasal ilişkiler kuran Avrupa şirketleri için belirlenen vergilerin ikiye katlanması büyük üzüntü doğuruyor. Bu karar Avrupa'nın ekonomik egemenliğine de ciddi biçimde zarar veriyor. Dolayısıyla AB'nin ticaret ilişkilerinin dolara bağımlı kalmasını sağlıyor. Brüksel, bu durumu ciddi bir problem olarak görüyor.

Raporda söylenen tüm hususların yanı sıra İŞID, El-Kaide ve diğer uluslararası terör örgütlerinin AB için ciddi tehlike oluşturduğuna da vurgu yapılıyor (Bkz, a.g.k.). Sonuç olarak AB, sistemli ve kararlı politika yürütmeli, üye devletler de bu sürece katkıda bulunmalılar. Net söylersek, Brüksel'in, AB'nin küresel stratejisini gerçekleştirmekte kararlı olduğu görülüyor.

Böylece, ''AB'nin kendi kaderini kendi çözmesi için vakit gelmiştir.'' (Bkz, a.g.k.). AB, uluslararası ilişkilerde tamamen bağımsız, egemen siyasi ve ekonomik güç olarak tutum sergilemek zorundadır. Ayrıca AB'nin, dünyada sorunların çözümünde önemli rol üstlenmesi, küresel yönetimi oluşturması gerekmektedir. Bunun için Avrupa'nın dış ilişkilerinde ve güvenlik alanında genel politika yürütmesi gerekmektedir. Söz konusu politika stratejik ve bağımsız olmanın yanı sıra Avrupa'nın bütünlüğüne hizmet etmelidir. Çünkü günümüzde hiçbir AB üyesi tek başına küresel çağrılara ayak uyduramaz. Üye ülkeler yalnız birlikte hareket etmek suretiyle uluslararası alanda geniş imkanlar yakalayabilirler. Birtakım üye devletin ırkçı yaklaşımları süreci büyük ölçüde zarara uğratabilir, genel Avrupa değerlerinin yayılmasına engel oluyor.

Kaydettiğimiz hususlar dış ilişkilerde yeni anlam kazanan politika seçimi için temel oluşturuyor. Bu bağlamda barış, demokrasi, eşitlik, hukukun üstünlüğü, BM sisteminin ve bölgesel örgütlerin desteğiyle dünya düzeninin temini, ''sorunların çözümü ve idare edilmesine öncelik vermek, barış oluşturma ve yapısal kalkınma'', sürdürülebilir kalkınmaya yardım, ekonomik işbirliği, adaletli ticaret ve diğer hususlar büyük önem arz ediyor (Bkz, a.g.k.).

Sonuş olarak bu tür adımların atılması AB dahilinde vatandaşların yaşamına olumlu etki bırakmağı, ekonomik işbirliğini derinleştirmeği, tüm dünyada güvenliğin ve istikrarın temini, krizlerin ortadan kaldırılması, sorunların barışcıl yolla çözülmesine yardımda bulunmağı öngörüyor.

İlham Aliyev'in başarıları: toprak bütünlüğü ve egemenliğe destek

Belgede kaydedilen bu tür hususlar önemli jeopolitik sonuçlara varmamıza olanak tanır. Öncelikle kaydetmek gerekir ki AB'nin şuanki durumu kendisini iç ve dış politikada değişimler yapmağa zorluyor. AB, öncelikle bu değişimi hayatta kalabilmesi için yapmak zorundadır. Raporda kaydedilen hususlar Brüksel'in yürüttüğü polikanın örgütün kendi amacına ulaşması için yeterli olmadığını ispatlıyor. Küresel düzeyde statüsünü ve rolünü yenileyebilmesi için AB'nin değişim yapması lazım.

Bunun için AB'nin, gerçekleştireceği programlar sırasında komşuları olarak gördüğü ülkelerde sorunların çözümü büyük önem arz ediyor. Çünki aksi takdirde söz konusu topraklarda sürekli AB ile ilgili tehdidler yaşanacaktır. Bu ise AB'nin hayatta kala bilmesi için ciddi riskler oluşturuyor, uluslararası iş birliğinin gelişmesine engel oluyor. Bu durumda Brüksel'in, ''Doğu Ortaklığı'' programını tekrar ele alması lazım. Ayrıca sorunların çözümü sürecinde AB'nin roluna ciddi dikkat edilmesi gerekmektedir.

Bu bağlamda 2015'de düzenlenen Riga Zirvesi'nin ardından AB, bölgesel sorunların çözüm sürecinde çifte standartlara dayanan yaklaşımdan kaçınmağa çalışıyor. Adil olmak adına kaydetmek gerekir ki bu süreçte AB'ye ciddi engel olmağa çalışan gruplar da bulunuyor. Söz konusu grupların sırasında Ermeniler'i destekleyen çevreler özellikle dikkat çekiyor. Avrupa Parlamentosu'nda Ermenistan'la ilgili lobi faaliyetinde bulunan gruplar vardır. Bu gruplardan biri ''Ermenistan'ın Avrupalı dostları'' (EuFoA) adıyla biliniyor. Söz konusu gruplar, milletvekillerine rüşvet dağıtarak onları yalan söylemek için ikna ediyorlar. Meselenin ilginç yönü son iki senede bu tür grupların yalanları yüzünden destekcilerini kaybetmesidir. Bunun sonucunda AB, Ermenistan aleyhine daha fazla kararlar alıyor. 12 Aralık'ta kabul edilen belge de bu açıdan büyük öneme haiz.

Söz konusu belgede AB'nin, kendi ortaklarının egemenliğinin, bağımsızlığının ve toprak bütünlüğünün temini için desteği açıkca belirtiliyor. AB, tüm ''dondurulmuş sorunlar''ın uluslararası hukuk kuralları, normları ve prensipleri doğrultusunda çözülmesi gerektiğini onaylıyor. Ayrıca zarar gören halka, mültecilere, göçmenlere yardım edilmesi gerektiğini bir kez daha kaydediyor. Diğer ülkeler tarafından durumun kontrolden çıkması için gösterilen çabalar aleyhine yürütülen faaliyetleri takdir ediyor. Bu bağlamda AB, Rusya'nın Ukrayna'da ve Gürcistan'daki hareketlerini kınamaktadır. AB, ''Rusya'nın Kırım'ı ilhak ettiğini'', ''Ukrayna'nın doğusuna müdahalede bulunduğunu'', ''Gürcistan topraklarını işgal ettiğini'' özellikle kaydediyor (Bkz, a.g.k.).

Bu tür formül doğrultusunda iki önemli sonuca varabiliriz. Öncelikle, AB Azerbaycan da dahil olmak üzere tüm ortaklarının egemenliğini, toprak bütünlüğünü ve bağımsızlığını kabul ediyor. Ayrıca AB, net olarak Ukrayna ve Gürcistan'ın işgale uğradığını özellikle kaydediyor. Birinci hususun AB'nin raporunda yer almasında Azerbaycan Cumhurbaşkanı İlham Aliyev'in benzersiz katkısı bulunuyor. Gerçek veriler bunu somut şekilde ispatlıyor.

İlham Aliyev, Riga Zirvesi'nde AB'ye birleşmeli (asosyatif) üyeliğin olumsuz yönünü detaylı açıkladı. Fakat Azerbaycan'ın AB'yle stratejik ortaklık kurmak için meraklı olduğunu da açıklayarak somut program teklif etti. Brüksel, şu teklifleri inceleyerek gereken sonuca vardı. Söz konusu sonuçların biri de 2017'de AB raporunda Azerbaycan'ın egemenliğinin, toprak bütünlüğünün ve sınırlarının dokunulmaz olduğunun açık şekilde ifade edilmesiydi.

Cumhurbaşkanı Aliyev, sadece diplomasi alanında Azerbaycan'ın AB ile samimi ilişkiler kurmak isteğini ispatlamadı. Bakü'nün toplumsal-siyasal, ticari, enerji, ulaştırma-lojistik alanlarında gerçekleştirdiği programlar Azerbaycan'ın güvenilir ve önemli partner olduğunu gösterdi. Bu ise Brüksel'in çifte standartlar politikasını ciddi biçimde etkiledi.

Az önce yaptığımız analiz 12 Aralık'ta kabul edilen belgenin adalete daha da yaklaştığını, fakat belirli hataların hâlâ kaldığını göstermektedir. Örneğin, değerlendirme raporunda Rusya işgalci ülke olarak kaydediliyor, ancak Ermenistan'ın ismi yer almıyor. Ukrayna ve Gürcistan'ın işgale uğradığına açıkca vurgu yapılıyor, fakat Azerbaycan'la ilgili söz edilmiyor. Bunun nedeni ne? Brüksel'in hala çifte standartlar sendromundan tam da kurtulmadığını açıkca söyleyebiliriz.

Deneyimler, Cumhurbaşkanı İlham Aliyev'in Brüksel'e şunu da kabul ettireceğini gösteriyor. Şimdiye kadar Azerbaycan'a ilişkin kabul edilen tüm olumlu belgelerin temelinde Cumhurbaşkanı Aliyev'in başarılı dış politikası yer almaktadır. Yani, girişimci Brüksel değil de, AB'nin tutumunu değiştirebilen İlham Aliyev'in siyasi iradesi ve diplomatik becerisidir.

Cumhurbaşkanı İlham Aliyev, gerçekleştireceği programlarla Azerbaycan'ın Güney Kafkasya'da devlet geleneğini üst düzeyde tutmağı başaran tek ülke olduğunu ispatlayacaktır. Azerbaycan, AB'nin güvenilir ve perspektif vadeden ortağıdır. AB, kendi raporunda vurgu yaptığı üzere komşu ülkelerden tehlike beklemesini istemiyorsa hakkı ve adaleti savunmak zorundadır. İstikrarın egemen olduğu Azerbaycan'ın adil taleplerinin yerine getirilmesine ciddi biçimde yardım edilmelidir. Yani, Brüksel, hayatta kalması için Güney Kafkasya politikasında çifte standartlardan tamamen uzak durmak zorundadır. Zira, 12 Aralık'ta kabul edilen değerlendirme raporunu bu yönde atılan daha bir adım olarak görüyoruz. Bu açıdan büyük önem arzeden belgenin, Azerbaycan Cumhurbaşkanı'nın yürüttüğü dış politikanın daha bir zaferi olduğunu söyleyebiliriz.

Kamal Adıgözelov

Benzer Makaleler

Diplomatik köşe

Azərbaycanın xarici ölkələrdəki diplomatik nümayəndəlikləri twitterdə

↳Yeni layihə

Dış basın

Macron Fransası ve Doğu Akdeniz siyaseti
10 Eylül 2020 Anadolu Ajansı

Macron Fransası ve Doğu Akdeniz siyaseti

Dünya barışı kavramının uluslararası arenadaki mevcut kargaşa içerisinde unutulduğunu ve yerini ne olursa olsun kazanma hırsının aldığını müşahede ediyoruz.

Daha...
Eşk olsun Azerbaycan…
06 Eylül 2020 Gözlem

Eşk olsun Azerbaycan…

Cumhurbaşkanı İlham Aliyev'in sözleri, yaşamakta olduğumuz bu zor günlerde, yüreğimize su serpti.

Daha...