
Bakü, 5 Şubat 2015 – Newtimes.az
Avrupa Birliği son 25 yılda genişleme yönünde belirli adımlar attı ki, bu da birtakım sorunlar meydana getirdi. Yugoslavya'nın bölünmesine AB doğrudan katıldı. Örgütün genişleme politikası sonuçta Ukrayna krizine yol açtı. Afrika'nın kuzeyinde; Suriye, Irak ve Afganistan'da yaşanan süreçlerde AB'nin rolü vardır. Zürih Protokolleri’nin imzalanmasında, Ermenistan-Türkiye sınırının açılması konusunda bu örgütün hevesi hafızalardan çıkmadı. Brüksel bu konuda Türkiye'ye hayli baskı yaptı. Bütün bunlar doğruluyor ki, AB için diğer yönlerle birlikte, Sovyet bölgesinin de önemi arttı. Örgütün bu yönde yürüttüğü politikanın uzmanların odağında olması da bununla açıklanabilir. Analizler gösteriyor ki, buradaki manzara net değildir. AB'nin hataları ve birçok diğer faktör durumu hayli karmaşıklaştırır. Bu faktörler prizmasından bakılırsa, Brüksel'in ne gibi adımlar atacağı ilginçtir.
Seçim: Normativizm Mi Kaba Kuvvet Mi?
Avrupa Birliği ne kadar güçlü olursa olsun, onun ciddi zorluklarla karşılaştığı bir gerçektir. Bu örgütün dünyanın çeşitli bölgelerinde gerçekleştirmek istediği planların boşa çıktığını inkâr etmek olmaz. Fakat meselenin bu tarafına AB yetkilileri, nedense, dikkat etmiyorlar. Bu da eski hataların tekrarlanmasına yol açıyor. Sorunun kavramsal yönü düşündürücüdür.
AB'nin bir kurum olarak jeopolitik geleceği hakkında çeşitli tahminler var. Onun yenilenme yönleri net değildir. Bunların kökeninde iki yaklaşım duruyor. Birincisi, AB’nin "normatif güç" modelini sürdürmesidir. İkincisi ise örgütün "bir dünya gücü" olmasına yöneliktir. Birbirinden içerik ve stratejik amaçlarla farklılaşan bu modeller, Avrupa'nın dünyadaki yeri ve rolünü belirler (bkz.: Cengiz Dinç. Sivil Güç – Realist Oyuncu İkileminde Avrupa Birliği’nin Küresel Konumu ÜzerineTartışmalar / "Uluslararası Hukuk ve Politika", Cilt 7, Sayı: 28, ss.89-124, 2011).
AB genelinde kriterleri belirginleşen "normatif güç" taraftarları kurumun sınırları dışında "askeri güç ve zor kullanarak istikrarı veya çıkarlarını korumaya çalışmasının onun temel felsefesine ihanet olduğunu düşünüyorlar (bkz.: önceki kaynağa, s. 89). Bu, ilginç değerlendirmedir, çünkü aslında AB'nin oluşma felsefesinin ilkelerini öne sürer.
Ancak ikinci yaklaşımın taraftarları düşünüyorlar ki, "dünyada hala realist bir düzen var" ve "AB bunu görmemezlikten gelemez" (bkz.: önceki kaynağa). Çeşitli bölgelerde cereyan eden jeopolitik süreçler, küresel ölçekte ciddi değişikliklerden haber verir. Böyle bir ortamda AB gibi bir kurum nasıl kendi içine kapanabilir? O, dayandığı temel ilkeleri (değerleri) korumak için çevresinden kopmamalıdır. Demek ki, ikinci yaklaşımın taraftarlarına göre, AB dünya çapında etkin politika yürütmeye mecburdur.
İlginçtir ki, burada son dönemlerde Almanya'nın Avrupa ve dünya siyasetinde oynayabileceği role daha çok önem verilmektedir. Mevcut fikirlere göre, Berlin'in zayıflaması bütünüyle AB politikasını ciddi etkileyebilir. Çünkü Almanya şimdi Avrupa sistemini, transatlantik alanda jeopolitik gelişmelerin dinamiğini ve liberal dünya düzeninin gelişimini birbirine uygunlaştırabilir (bkz.: Ulrich Speck. Power and Purpose: German Foreign Policy at a Crossroads / Carnegie Endowment for International Peace, 3 November 2014).
Şimdilik organizasyon kapsamında bu modellerin mücadelesi süregidiyor. İngiltere ve Fransa "sert dünya gücü" taraftarıyken, Almanya, İspanya ve Hollanda "normatif gücü" tercih eder (bkz.: Cengiz Dinç. Sivil Güç – Realist Oyuncu İkileminde Avrupa Birliği’nin Küresel Konumu ÜzerineTartışmalar / "Uluslararası Hukuk ve Politika", Cilt 7, Sayı: 28, 2011, s. 91). Gözlemlenen bu fikir ayrılığı, belli ölçüde AB'nin dış politikasının içeriğini de etkiler. Örneğin, bu, eski Sovyet alanında örgütün faaliyetinde çelişkiler şekilde kendini göstermektedir. Belli alanlarda ise "çifte standart" politikasının belirtileri kendini gösterir. AB'nin bu yönde yürüttüğü siyasi çizginin analizi günceldir.
Uzmanlar vurguluyorlar ki, "dikkatin iktidarın üst basamağında bulunan bir figür üzerinde toplanması Batı siyasetçilerini yoldan çıkarttı" (bkz.: Samuel Charap, Jeremy Shapiro. How to Avoid a New Cold War / "Current History", 2014, Volume: 113, Issue: 765, p.: 265). Bunu S. Hüseyin, M. Kaddafi ve B. Esad ile ilgili atılan adımlar doğruluyor. Sanki bu çizgi Rusya doğrultusunda halen devam ediyor. Ve bu hususun üzerinde düşünmek gerekiyor. Bazı durumlarda bu eğilim o kadar geniş kapsamdadır ki, uzmanlar "dağılan dünya düzeni" ifadesini kullanmaktan çekinmez. Örneğin, Richard Haas özellikle yazıyor ki, "kaosun kaynağı...temel anlaşmaları inkar edenlerdir..." (bkz.: Richard N. Haass. The Unraveling: How to Respond to a Disordered World / "Foreign Affairs", November/December 2014, Volume 93, Number 6, pp.70-74).
Meselenin bu yönüne daha geniş şekilde bakmadan önce, AB'nin Lizbon Sözleşmesi ile (2007) başlayan reformlarının bazı başlıklarına dikkat çekmeye gerek görüyoruz. Lizbon reformları, hiç şüphesiz, kurumun küresel jeopolitik oyuncu olarak konumunu pekiştirdi. AB uluslararası hukuk nesnesi olarak tanındı. Dışişleri ve güvenlik konularında yüksek temsilci mevkisi oluşturuldu. Organize suçlara karşı AB yapılarının rolü güçlendirildi. Bunlar dış politikayı şekillendirmek için AB imkânlarını daha da iyileştirmek ve "dünya çapında" ortak sesle "konuşmak adına düşünülmüştü" (bkz.: Ольга Потемкина. Европейский союз как игрок на международной арене / Российский совет по международным делам, 23 октября 2012).
Tesadüfi değil ki 12 Eylül 2012’de Avrupa Parlamentosu genel kurul toplantısında Avrupa Komisyonu Başkanı J.M. Barrozo beyan etmişti ki, "AB aslında ekonomik yönden döviz ittifakına yönelmelidir. Bu, dış politikayla güvenlik politikasını geniş şekilde birbirine yaklaştırmayı gerektirir" (bkz.: Benjamin Fox. Barroso envisages 'federation of nation states' / "EUobserver", 13 September 2012).
Bu politikanın uygulanmasını mali-ekonomik alanda ve Avro bölgesinde gözlemlenen kriz etkiledi. Lizbon sonrası aşamada Brüksel bu faktörleri sadece dikkate almaya mahkûmdur. Dolayısıyla bankalaşma alanında kurumun bütünleşme ihtiyacı da oluşmuştur. Tecrübeler gösterir ki, bu, siyaset ve güvenlik alanlarında ortak görüşe varmadan mümkün değildir. Bununla AB reel olarak yeni ve daha etkin faaliyet biçimine geçiş yapmak zaruretiyle karşı karşıyadır.
İtiraf etmek gerekir ki, onun bu sorunu çözdüğünü söylemek için erkendir. Fakat belli yönlerde somut noktaları netleştirmek mümkündür. Ayrıca AB'nin eski Sovyet politikasının merkezinde Rusya meselesinin olduğunu kabul etmek gerekir.
Rusya Faktörü: Stratejik Ortaklık?
Avrupa Birliği geleneksel stratejik ortağı olarak ABD, Çin ve Rusya'yı görüyor. Fakat burada bir ince nokta vardır. AB, Rusya ve Çin'e ABD'den farklı amaçla yaklaşır. O, Rusya'yı hem eski Sovyet alanının en büyük devleti olarak kabul ediyor hem de BRİCS örgütünün önde gelen devleti olarak onu kendi değerlerine yakınlaştırmaya çalışıyor.
Bunun için AB Brezilya, Hindistan ve Güney Afrika'dan da yardım istemeye gayret gösteriyor. Örneğin, Brezilya ve Hindistan'ın BM Güvenlik Konseyi daimi üyesi olması önerisini destekliyor. Batılı analistler bu hususu, Rusya ve Çin'in "Avrupa değerlerine" yakınlaştırılma planının parçası olarak adlandırırlar (bkz.: Michael Emerson. Implications of the Eurozone Crisis for EU Foreign Policy: Costs and Opportunities / The Centre for European Policy Studies, "CEPS Commentaries", 1 June 2012. P.2).
Moskova ise bunu tek taraflı yaklaşım olarak düşünür. Çünkü onun eski Sovyet alanında jeopolitik çıkarları ilkesel önem taşımaktadır ki, bunu Kremlin’in kendi bütünleşme modelini gerçekleştirmeye çalışması göstermektedir. Demek ki, Rusya AB ile iş birliğinin yeni stratejik amaçlarının belirlenmesinde çıkarlıdır. Taraflar arasında halen ihtilaflara neden olan temel faktörlerden biri de budur. Avrupa Birliği ve Rusya "Lizbon’dan Vladivostok’a kadar uyumlaştırılmış ekonomik sistem" yaratmayı gerekli görür, ancak onun gerçekleştirilme mekanizması konusunda tamamen farklı modelleri tercih eder. Bu çelişki, AB'nin bütün eski Sovyet alanında yürüttüğü siyasette şu ya da bu derecede yer buluyor.
Fakat burada AB'nin yaptığı bir yanlışlığı mutlaka vurgulamak gerekir. Uzmanlara göre, SSCB dağıldıktan sonra Rusya'nın zayıflaması Batılı siyasetçileri aldattı. Onlara öyle geldi ki, "zayıflık aynı zamanda görüş değişikliğidir" (bkz.: Ivan Krastev, Mark Leonard. The New European Disorder / European Council on Foreign Relations, ESFR/117, November 2014). Bu nokta Brüksel'in Moskova'ya yönelik gerçekçi olmayan adımlar atmasına ivme verdi. Genişleme politikasının üzerinde inat etmek de buna örnek bir yanlış davranıştı. Bunlara rağmen, AB-Rusya ilişkilerinin ekonomik yönü gelişiyordu.
Onu belirtelim ki, 2011 yılında AB ve Rusya ticaret hacmini üçte bir oranında artırarak 307 milyar Avro hacmine yükseltti. Aynı yıl Rusya'nın döviz rezervinin % 41'i Avro ile nominallaşmıştı (bkz.: Владимир Чижов. Стратегическое партнерство Россия-ЕС: еврокризис – не повод для передышки / "Международная жизнь", 2012.-№6.-c.22-34). Ayrıca, Avrupa Birliği ile Rusya ekonomik iş birliğinin 2050 yılına kadar "yol haritası"nı yoğun biçimde çalışarak hazırlıyorlardı.
Bunlara göre, tarafların iş birliğini yükselerek geliştireceğini beklemek olurdu. Ancak Ortadoğu ve Ukrayna krizleri meydana çıktı. Öte yandan, Moskova'nın eski Sovyet ülkelerini kapsayan Avrasya Ekonomik Birliği (AEB) girişimi üzerinde daha kararlı olması ilişkilere etki gösterdi. Şimdi AB-Rusya ilişkilerine bu faktörler bağlamında bakmak gerekir. Uzmanlar bu temelde belirtiyorlar ki, "eski Sovyet alanında nüfuz mücadelesi ve enerji konusundaki çelişkiler öne çıkıyor, iş birliğinin diğer yönleri ise arka plana atılır" (bkz.: Европейский Союз в XXI веке: время испытаний. Под ред. О.Ю. Потемкиной. М.: Издательство "Весь Мир", 2012, 656 с.).
Dikkati bu konulara çeken bazı uzmanlar AB ile Rusya'nın "aslında stratejik ortak" olmadığı kanaatine gelirler. Onlar tarafların çeşitli alanlarda iş birliğini geliştirebileceğini gözardı etmese de, ilişkilerin gerçekten stratejik ilişkiler düzeyine yükseltilmesi için bunların yeterli olmadığını vurguluyor, tarafların aslında "iş birliğine mecbur olan komşular" gibi davranacağını bildirirler (bkz.: Galym Zhussipbek. Avrupa Birliği İle Rusya Federasyonu Arasındaki "Stratejik Ortaklığın" Analizi / "Uluslararası Hukuk ve Politika", Cilt 7, Sayı: 25, ss.47-85, 2011).
Hâlihazırda Ukrayna krizi yukarıda bakılan bağlamda ciddi önem taşımaktadır. AB ile Rusya arasındaki ilişkiler neredeyse Kiev mücadele taktiği ve stratejisine bağımlı duruma geldi. Almanya Şansölyesi A. Merkel Rusya Federasyonu'na uygulanan yaptırımları kastederek gazetecilere şunları söyledi: "Ben eminim ki, Rusya'nın eylemlerine bütün Avrupa'nın tepkisi doğruydu" (bkz.: Merkel says sanctions against Russia remain unavoidable / ''Reuters'', 18 December 2014).
Bu tür bir durumun oluşmasının kökünde Ukrayna, Moldova ve Gürcistan'ın AB ile ortak üyelik anlaşması imzalaması duruyor. Moskova defalarca uyarmıştı ki, bu adım Rusya için belli sosyo-ekonomik sorunlar yaratacak. Brüksel ise bu argümanları kabul etmedi. Rusya'nın Kırım'ı işgal etmesinden sonra AB durumun ne kadar ciddi olduğunun farkına vardı. Ancak bu kez Kremlin durmak istemedi ve Ukrayna'nın doğu eyaletlerindeki süreçlere destek verdi.
Şimdi Ukrayna'da ağır bir durum oluştu. Ülkenin toprak bütünlüğü tehdit altındadır. AB bu sebeple Rusya'ya yaptırımlar uyguluyor ve hatta onları güçlendirmeyi düşünüyor. Aynı zamanda, konuyla ilgili çelişkili bilgiler de yayılır. Medya, Fransa Cumhurbaşkanı F. Hollande ile V. Putin’in Ukrayna krizinin çözümü ile ilgili uzlaşabileceğini yazıyor. F. Hollande A. Merkel ile yağtığı telefon görüşmesinde "krizin çözümünün geleceğini ele aldılar" (bkz.: Олланд и Меркель обсудили прогресс в разрешении кризиса на Украине / ''РИА Новости'', 7 декабря 2014).
Bu tür yayınlarla birlikte, Ukrayna'nın doğu eyaletlerinde askeri operasyonların devam etmesi kuşkular yaratıyor. Hissedilir ki, bu sorun AB-Rusya ilişkilerine uzun süre olumsuz etki gösterecektir. Aslında, birçok uzman da bu fikirdedir. Hatta AB'nin dış politikada Ukrayna üzerinden bir "stratejik sınav" verdiği de deniyor. Çünkü Brüksel sözde ifade ettiklerini uygulamıyor (bkz.: Fatma Yılmaz-Elmas. Ukrayna Krizi: AB'nin Yeni Aktörlük Sınavı / Uluslararası Stratejik Araştırmalar Kurumu, 20 Mart 2014).
Artık bu, Doğu Avrupa ve genel olarak eski Sovyet alanının güvenliği bakımından tehlikeli bir belirtidir. Eğer bu tezin dayanakları varsa, AB'nin dış politikasının bütünüyle yeniden değerlendirilmesine ihtiyaç vardır. Çünkü Brüksel'in "jeopolitik sınavları" büyük bir alandaki tüm halkların trajedisine neden olabilir. Gerçi, son olaylar gösteriyor ki, AB Ukrayna konusunda ihtiyatlı, ancak inatçı davranmaya çalışır. Krizin ortadan kaldırılmasının net zamanı belli olmasa da, Brüksel teşebbüsü baçkasına vermek istemiyor.
Burada eski Sovyet alanı ile ilgili AB’nin entegrasyon modellerinin olduğunu dikkate almak lazım gelir. Rusya'nın da kendi projeleri olduğundan, kendiliğinden rekabet oluşuyor. Temel mesele, eski Sovyet ülkelerinin hangi modele ağırlık vermesinde; Avrupa’nın mı yoksa Rusiya’nın mı teklifini kabul etmesindedir.
Bu ülkelerin daha da kendi standartlarına uygun hale gelmesi şartıyla AB, onların Moskova ile iş birliğine itiraz etmiyor, Kremlin ise bunun aksini yapmaya çalışır. Sonuçta, "eski Sovyet ülkelerine sadece bir iş birliği modeli değil, gelişim yolu öneriliyor" (bkz.: Людмила Бабынина. ЕС и Россия: конкуренция за постсоветское пространство? / Российский совет по международным делам, 29 мая 2013).
Böyle anlaşılıyor ki, AB-Rusya ilişkilerinde Ukrayna faktörü ciddi rol oynuyor. Uzmanlara göre, Rusya'nın Kırım'ı istila etmesi, aslında, AB ve NATO'nun genişlemesine cevaptı. Kremlin bu meseleyi mecazi olarak "tüm sebeplerin kökeni" adlandırır (bkz.: John J. Mearsheimer. Why the Ukraine Crisis Is the West’s Fault / "Foreign Affairs", September/October 2014, Volume 93, Number 5, pp. 1-12). Görüldüğü gibi, AB'nin yıllardır gerçekleştirmek istediği dış politikada ciddi boşluklar var. Ukrayna yönünde bunu açıkça hissediyoruz.
Fakat bu tüm alanları kapsamaz. Burada Moldova, Güney Kafkasya ve Orta Asya ülkelerini de dikkate almak gerekir. İtiraf etmek gerekir ki, meselenin bu şekilde olmasını mevcut durum oldukça karmaşıklaştırır. Ancak gerçeği inkâr etmek de çözüm değildir.
Kemal Adıgözelov
Macron Fransası ve Doğu Akdeniz siyaseti
Dünya barışı kavramının uluslararası arenadaki mevcut kargaşa içerisinde unutulduğunu ve yerini ne olursa olsun kazanma hırsının aldığını müşahede ediyoruz.
Daha...