Ortadoğu'da ihtilafların daha da derinleşmesi dünya birliğini rahatsız ediyor. Münih Güvenlik Konferansında Suriye'de ateşkese ulaşma kararının alınması umutları artırmıştı. Ancak gerçekte süreçler başka yönde gelişiyor. Şimdi uzmanları Türkiye-Suriye sınırında oluşmuş ağır durum daha çok düşündürüyor. Suriye'de faaliyet gösteren silahlı gruplar arasında süren savaş daha da şiddetleniyor. Ankara'da yaşanan terör olayı tehlikelerin azalmadığını gösterdi. Büyük devletler tarafından ise oluşmuş zor durumdan çıkmak için ortak işin yürütülmesi görülmüyor. Onlar eskisi gibi kendi jeopolitik çıkarlarının sağlanmasına çalışıyorlar. Çifte standartlar politikası devam etmektedir. Bunların arka fonunda Müslüman ülkelerin güvenliği meselesi daha da güncelleşiyor.
Siyasi açıdan dünya son derece hassas bir aşamaya gelip çıkıp. Gittikçe daha geniş mekanda çeşitli tabiatlı süreçler rahatsızlık doğuruyor. Onların sırasında siyasi, çevresel, ekonomik ve askeri nitelikte etkenler vardır. Fakat daha küresel çapta İslam'ın günümüzde oynadığı rol ve ona olan ilişkiler üzerinde düşünmek gerektiğini de vurgulamak gerekir. Sır değil ki, Batı'nın önde gelen bilim adamları 21`inci yüzyılda İslam'ın bir medeniyet tipi gibi önemli rol oynayabileceği konusunda tahminler vermişler. Buna rağmen, işte Batı'da islamofobi denilen ve ciddi zarar verebilecek bir eğilim de kendini göstermektedir. Bu gibi gerçeklerin fonunda insanlığın genel güvenliği için hangi tehditler oluşuyor? Aynı zamanda, bu durumdan çıkış yolları var mı? Bu konuda somut bir örnek vermek mümkün müdür?
Krizin başladığı günden bu güne kadar olan dönemde Rusya devlet yetkililerinin Türkiye'ye karşı açıklamalarına dikkat edildiğinde, ekonomik ve siyasi yaptırımları yeterli kabul etmediklerini, Türkiye'ye karşı daha ciddi ve hissedilebilen darbe vurmayı planladıklarını tahmin etmek mümkündür. PKK ve HDP ile işbirliği dahi Rusya'nın siyasi ve askeri elitasını tatmin etmiyor. Nitekim, Rusya Federasyonu Güvenlik Konseyi Sekreteri Nikolay Patruşev Türkiye ile yaşanan kriz konusuna değinerek oldukça açık ve sert bir dilde NATO'nun Rusya'nın Türkiye'ye karşı kanatlı roketlerin mümkün kullanımına cevap vereceği takdirde, Baltık devletleri ele geçireceklerini vurguladı. Böyle bir durumun oluşacağı takdirde ABD ve NATO'nun tutumu nasıl olabilir? ABD ve NATO Baltık devletleri kaybetmek pahasına Türkiye'ye gerçek destek vermeye cüret eder mi?
"Altılıq" ülkeleri ve İran arasında nükleer programıyla ilgili elde edilen anlaşmalar ilgiyle karşılandı. Tahran'da bayram ediyorlar, galibiyetten söz açıyorlar. Gerçekten de, uzun yıllardır, yurtdışındaki hesapları dondurulmuş, yeni teknolojiler alamayan, yerli üretimi ciddi zarar görmüş bir ülke şimdi yeni fırsatlar elde ediyor. İran artık petrolünü dünya pazarına çıkarabilecek, dış ülkelerle işbirliği kuracak. Ancak meselenin başka yönü de kendini göstermektedir. ABD ve AB şimdi de başka programları bahane ederek İran'a karşı yeni yasakların konulabileceğinden bahsediyorlar. Örneğin, İran'ın balistik füze üretmesine karşıdırlar. Diğer alanlarda da Tahran'ı eleştiriyorlar. Ayrıca, Ortadoğu'nun bazı devletleri İran'ın gözaltında tutulması zeruretinden konuşuyorlar. Tüm bunlar yeni çelişkileri oluşturabilir.
2016 yılının gelişiyle Ermeni uzmanlar Erivan'ın karşısına çıkan sorunları geniş analiz etmektedirler. Onlar bütün olarak ülkede durumun sefil olduğunu itiraf ediyorlar. İçte sosyo-ekonomik durumun giderek kötüleşmesi fonunda güvenliğin temininin de rahatsız edici olmasını vurguluyorlar. Bu iki aspektin birbiri ile sıkı ilişkisi vardır. Mesele Erivan'ın uzun süredir yapıcı, modern jeopolitik gerçeğe aykırı siyaset yürütmesiyle ilgilidir. Bu bağlamda Ermenistan yönetimi yeterince zavallı duruma düşmüş gibi görünüyor. Uzmanlar belirtiyorlar ki, mevcut durumda iktidarın kurtuluş yolu yoktur. O, ne Avrasya Ekonomik Birliği'nde başarılı olabilir, ne de Avrupa Birliği ile ilişkileri derinleştirmek kudretine sahiptir. Bu ikilem ne kadar devam edebilir? Genel olarak, Ermenistan'ın jeopolitik çıkış yolu var mı?
Dağlık Karabağ çatışmasının çözülmemesinin dünyanın önde gelen devletlerinin endişesine neden olmasına ilişkin beyanatlar çeşitli uluslararası düzeylerde uzun yıllardır, daha doğrusu, neredeyse Azerbaycan topraklarının işgalinden bu tarafa seslenmektedir. Böyle söylem hiç de çözümü uzanmış sorunu düzene sokma arzusundan ileri gelmiyor. Bu, daha çok Azerbaycan diplomasisinin ve hükümetinin uluslararası ilişkiler sisteminde çabalarının sonucudur. Önde gelen ülkeler tüm bu zaman içerisinde sorunun çözülmesinin zorunluluğunu deklarativ beyanatlarda bildirmekle meşgul olmuş, bir kez de olsa saldırgan ülkeye ciddi baskı yapmamışlarsa, son zamanlar onlar Dağlık Karabağ'da barışa destek vermeye hazır olduklarını beyan ediyorlar.
Amerika'nın Başkan Yardımcısı Jo Biden'ın Ukrayna ziyareti dünya çapında jeopolitik durumun daha da gerginleşmesi fonunda gerçekleşti. Bunu tesadüf olarak adlandırmak zordur. Çünkü modern koşullarda büyük devletler çokyönlü siyaset yürütüyorlar. Uzmanlar da bu gezinin mantığında Ukrayna'nın iç durumu ile birlikte, onun Rusya ile ilişkilerinin somutlaşması hususunun da durduğu kanaatindedirler. Jo Biden Kiev'de her iki hususla ilgili somut tezler ileri sürdü. Şimdi bir takım ilkesel jeopolitik hususları onların ışığında analiz etmek gerekliliği ortaya çıktı.
SSCB'nin çöküşünden sonra tek kutuplu sisteme (yönetim merkezine) dayalı yeni dünya düzeni ortaya çıktı. Küreselleşme sürecinin geniş kapsam aldığı ilk aşamada yeni dünya düzeni daha çok ekonomik ve askeri faktörler üzerinde gelişmeye başladı. Fakat 21`inci yüzyılın jeosiyaseti bağlamında ortaya çıkan yeni siyasi eğilimlere paralel olarak küreselleşme süreci küresel yönetim zorluklarını güncelledi. Bundan sonra hegemon güçlerin elde edecekleri dünya egemenliğini esaslandıran teori ve kavramsal kaynaklar ortaya çıkmaya başladı. Örneğin, meydana çıkan "Mondializm" kavramı ulusal devletlerin işlevselliğini kaybetmesi ile mümkün olan "global devlet"in oluşumu ve dünyanın tek merkezden idare edilmesi görevini kendisinde yansıtıyordu ...
Türkiye'nin Avrupa Birliği ile ilişkilerinde son zamanlarda belli soğukluk kendini gösteriyordu. Hatta Ankara'nın bu kuruma üye olmak şansının en aza denk olduğuna dair tahminlerin sayısı da artıyordu. Fakat bir kez ispatlandı ki, bu konuda acele karar vermek doğru değil. Suriye'deki savaştan kaçan insanların Avrupa ülkelerine kitlesel akını Brüksel`i zor durumda bıraktı. Öncelikle göçmenlere karşı tavır çok kötüydü, sonra fark edildi ki, bu, sorunu çözmek değil. Öte yandan, AB oluşmuş durumdan Türkiye'siz kurtulmanın çok zor olduğunu anladı. İlginçtir ki, Rusya'nın "Su-24" savaş uçağının Türkiye tarafından vurulması göçmen sorunu ile aynı zamana denk geldi. Bütün bunların arka planda AB-Türkiye zirvesinde alınan kararların analizi ilginçtir.
Dünya terör tehlikesinden kurtulamıyor. Uzun süredir Ortadoğu'da tuğyan eden silahlı çatışmalar, terör eylemleri insanlığı zor duruma düşürmüş. Özellikle Fransa'da gerçekleştirilen bir dizi eylem meselenin ciddiyetinin habercisidir. Büyük devletlerin bu olaydan sonra gerçek olarak teröre karşı birleşecekleri bekleniyordu. Fakat son günlerde çeşitli kaynaklardan yayılan bilgiler bununla ilgili ciddi şüphelerin kalmakta olduğuna delalet etmektedir. ABD ve Rusya arasında karşılıklı suçlamalar artıyor. Hatta Avrupa'nın bile tam samimi olmadığından bahsediliyor. Bu koşullar altında terörle etkili mücadele imkansız görünüyor. Gariptir ki, dünyanın büyük devletleri halen bunlardan gerekli sonuçlar çıkarmamışlar. O halde küresel ölçekteki jeopolitik-askeri risklerin kaldığını söyleyebiliriz. Aynı zamanda, yeni güvenlik sisteminin kurulmasından da söz açmak zordur.
Macron Fransası ve Doğu Akdeniz siyaseti
Dünya barışı kavramının uluslararası arenadaki mevcut kargaşa içerisinde unutulduğunu ve yerini ne olursa olsun kazanma hırsının aldığını müşahede ediyoruz.
Daha...