
Bakü, 3 Kasım 2020 – Newtimes.az
Çağatay Balcı
Azerbaycan’ın yaklaşık bir ay önce, Ermenistan tarafından işgal edilmiş olan topraklarını kurtarmak için başlattığı harekât bölgede ana gündem maddesi olarak öne çıkıyor. Azerbaycan’ın, topraklarını peyderpey işgalden kurtararak sağladığı ilerleme, bölge ülkeleri tarafından yakından takip ediliyor. Özellikle İran’ın bu sürece yönelik ilgisi ve tavrı ise en dikkat çekici durumlardan birini oluşturuyor. İran, jeopolitik koşullar ve iç dinamikler dolayısıyla bu süreci başından beri hassasiyetle takip ediyor.
İran’ın propaganda faaliyetlerindeki
en büyük stratejik hatası Türkiye’ye yönelik olumsuz imaj meydana getirme
girişimleri oldu. Bu girişim, propaganda faaliyetlerine yön veren unsurların
hatalı bir biçimde değerlendirilmesiyle başarısızlığa mahkûm oldu.
İran’ın Karabağ’daki çatışma durumuna
yönelik ilgisi ve ortaya koyduğu tutum çatışmaların başlangıcı ile eş zamanlı
gelişti. Azerbaycan’ın bölgedeki ilerleyişiyle birlikte mevcut statükonun
sarsıldığını yakından gözlemleyen İran, bu durumdan endişeye kapıldı. Söz
konusu endişenin kaynakları olarak Azerbaycan’ın bölgede artacak olan etkinliği
ve gücünü, Türkiye’nin küresel ve bölgesel düzlemde genişleyen etki alanlarına
bir yenisinin eklenmesini ve İran içindeki Türklerin siyasal hassasiyetlerini
zikredebiliriz. Bu faktörler, İran’ın bu süreci, propaganda faaliyetleriyle
yönlendirebileceği bir süreç olarak görmesine yol açtı. Zira İran, derin
ekonomik kriz, yeni tip koronavirüs (Kovid-19) salgını ve toplumsal
hoşnutsuzluklar sebebiyle söz konusu faktörlerin kendisi açısından oluşturduğu
potansiyel tehlikeleri yalnızca bu yolla karşılayabileceği kanaatine sahip.
Propaganda faaliyetinde hedef kitleler
İran’ın söz konusu propaganda konsepti
analitik açıdan değerlendirildiğinde birkaç farklı unsur ön plana çıkıyor. İlk
olarak, İran’ın Karabağ’daki çatışma durumuna yönelik propaganda konseptinde
hedef kitleler Azerbaycan halkı, İran Türkleri ve uluslararası toplum olarak
belirlenmiş durumda. Diğer yandan, bu hedef kitlelere yönelik olarak, "Karabağ
İslam toprağıdır”, "Filistin’i savunduğumuz gibi Karabağ’ı da savunuyoruz”,
"Karabağ Azerbaycan’ın egemenlik alanıdır”, "Tekfirci gruplar Karabağ’a
taşınıyor” ve "Türkiye bölgede istikrarsızlık doğuruyor” şeklinde mesajlar
kullanılıyor. İran’ın propaganda faaliyetlerinin aktörleri ise resmi
yetkililer, din adamları ve medya kuruluşları. İran söz konusu unsurlardan
oluşan propaganda faaliyetleriyle Azerbaycan halkı nezdinde sempati kazanmayı,
İran Türklerinin siyasal hassasiyetlerini kontrol altında tutmayı ve
uluslararası topluma yönelik olumlu bir imaj sunmayı amaçladı. Diğer yandan
Türkiye’nin bölgedeki etkinliğini dengelemek amacıyla da "Tekfirci
gruplar-Türkiye ilişkisi” algısını devreye sokmaya çalıştı.
Türkiye karşıtı faaliyetlerle
Azerbaycan halkı ve İran Türklerinde Türkiye’ye yönelik sempati kaybı
oluşturulmak hedeflendi, fakat neticede gerçek dışı iddiaları dolayısıyla
itibar kaybına uğrayan bizzat İran oldu.
Ne var ki bu hedef kitle, mesaj ve
aktörlerden oluşan propaganda konsepti ve faaliyetleri kısa süre içinde yoğun
tepki ve eleştirilerle karşı karşıya kaldı. Bu süreçte İran’ın olumlu bir imaj
ve etki oluşturma projesi tersine bir sonuç ortaya çıkararak sadece hedef
kitleler nezdindeki olumsuz imajının derinleşmesine yol açtı. Peki İran’ın söz
konusu propaganda faaliyetlerinin kısa süre içinde başarısızlıkla
sonuçlanmasında etkili olan esas faktörler neler? Bu sorunun cevabını,
propaganda olgusunun ilkesel gereklilikleri ve İran’ın pratikte gösterdiği
uygulamaları karşılaştırmalı bir biçimde değerlendirerek ortaya koyabiliriz.
Mesajlar güvensiz, eylemler tutarsız
Bu bağlamda ilk faktör olarak
kaynak/aktör güvenilirliği (credibility) olgusu konuya açıklık getiriyor.
Propaganda faaliyetleri çerçevesinde, kaynağın veya aktörün hedef kitle
tarafından "güvenilir” olarak algılanması, başarı açısından bir ön koşuldur. Bu
açıdan ele alındığında, İran’ın, Karabağ meselesinde Azerbaycan’ın haklılığını
savunan bir tutum ortaya koyma çabası güvenilirlik ön koşulunu sağlamaması
dolayısıyla başarısızlığa uğradı. İran’ın, 1992-1994 sürecinden itibaren
Azerbaycan’ı ve İran Türklerini bir jeopolitik ve güvenlik tehdidi olarak
algılaması, İran-Ermenistan yakınlaşmasını beraberinde getirdi. Uzun yıllar
boyunca, ekonomi, enerji ve askeriye alanlarında gelişen İran-Ermenistan
ilişkileri Azerbaycan halkı ve İran Türkleri nezdinde bir tepkisellik
oluşturdu. Bu bağlamda İran’ın bugün itibarıyla Ermenistan’a karşı
Azerbaycan’ın haklılığını ve egemenliğini savunan bir görüntü ortaya koyması
arzu ettiği "güvenilirlik” ve "samimiyet” etkisini meydana getirebilmiş değil.
İkinci olarak, propaganda
faaliyetlerinde "söylem-eylem tutarlılığı” kritik öneme sahip olan bir diğer ön
koşul. Propaganda sürecinde kullanılan söylem ve mesajlarla pratikteki durum
arasındaki uyum veya uyumsuzluk, propagandanın başarısını veya başarısızlığını
belirleme gücüne sahiptir. İran’ın Karabağ meselesinde ortaya koyduğu ve
Azerbaycan’ın egemenlik haklarını savunan söylemlerine karşın İran üzerinden
Ermenistan’a giden silah yardımları ve PKK terör örgütü militanlarının İran üzerinden
Karabağ bölgesine geçişleri bu noktada bir söylem-eylem uyumsuzluğu ortaya
çıkardı. Bununla birlikte, İran’ın, Ermenistan’ı Karabağ topraklarında işgalci
bir güç olarak nitelemesine rağmen Ermenistan’la ilişkilerinde ekonomik ve
siyasi-diplomatik hiçbir baskı unsuru kullanmaması, Azerbaycan’ın, İran sınır
hattında bulunan pek çok bölgeyi işgalden kurtararak bölgede konuşlanmasının
ardından İran tarafından bu bölgelere askeri yığınak yapılması da yine bu
uyumsuzluğu pekiştirdi. Zira, İran, Karabağ’daki çatışma sürecinin
başlangıcından itibaren Karabağ’ın, Azerbaycan’ın işgal altındaki toprağı
olduğunu ve Azerbaycan’ın bu bölgede egemenlik hakkı olduğunu resmî olarak
beyan etmişti. Fakat, Azerbaycan’ın, işgal altındaki topraklarını kurtararak
kaydettiği ilerleme sonrasında İran sınır bölgesine yoğun bir askeri sevkiyat
gerçekleştirdi. Bu sevkiyat süreciyle eş zamanlı olarak bölgeye giden Devrim
Muhafızları Ordusu (DMO) Genel Komutanı Hüseyin Selami ve DMO Kara Kuvvetleri
Komutanı Muhammed Pakpur dikkat çekici açıklamalar yaptılar. Selami, "Sınır
güvenliğine yönelik her türlü tedbiri alacağız” derken, Pakpur, "Bölgede
jeopolitik durumun değişmesine müsaade etmeyeceğiz” açıklamasını yaptı. Bu
durum, İran’ın söylem-eylem uyumsuzluğunu çarpıcı biçimde ortaya koyuyor.
Son olarak, propaganda faaliyetleri
adına uygun zeminin bulunması bu faaliyetlerin başarısını etkileyen bir diğer
faktördür. Uygun sosyo-politik veya sosyo-psikolojik koşullarda ortaya koyulan
mesajların hedef kitlelerde doğurduğu etki daha yoğun olmaktadır. Bu bağlamda
İran’ın bu koşulu çok ciddi biçimde ihmal ettiği görülüyor. Azerbaycan halkı ve
İran Türklerinin mezhep kimliğinden öte, milli siyasal bilince ve hassasiyete
sahip olmaları, İran’ın dini ve mezhepsel kimlik vurgulu mesajlarının bu hedef
kitleler nezdinde itibar görmemesine neden oluyor. Ayrıca, söz konusu mezhepsel
ve dini vurguların yalnızca "hedef kitleyi etkileme” amacını taşıdığı yönündeki
algı da hedef kitlelerin bu mesajlara olan ilgisini en baştan azalttı.
Türkiye karşıtı propaganda İran'a
itibar kaybettirdi
İran’ın propaganda faaliyetlerindeki
en büyük stratejik hatası ise Türkiye’ye yönelik olumsuz imaj oluşturma
girişimleri oldu. Türkiye’ye yönelik bu girişim, yine, propaganda
faaliyetlerine yön veren unsurların hatalı bir biçimde değerlendirilmesiyle
başarısızlığa mahkûm oldu. Zira İran’ın söz konusu girişimi, kaynak/aktör
güvenilirliği ve uygun propaganda zemini gerekliliklerini büyük ölçüde göz ardı
etti. İran’da, Türkiye’ye yönelik olumsuz tutumlar sergileyen aktörler
tarafından, Türkiye ile ilişkili olarak sunulan "Tekfirci gruplarla işbirliği”,
"İsrail ile işbirliği”, "Bölgede istikrarsızlık doğurma çabaları” gibi imaj
kümeleri, hedef kitleleri etkileyemedi. Bu faaliyetlerle Azerbaycan halkı ve
İran Türklerinde Türkiye’ye yönelik sempati kaybı oluşturulmak hedeflendi,
fakat neticede gerçek dışı iddiaları dolayısıyla itibar kaybına uğrayan bizzat
İran oldu. Zira, İran’ın hedef kitleler olarak belirlediği Azerbaycan halkı ve
İran Türklerinin Türkiye’yle ilgili sahip olduğu sempati ve olumlu bakış da bu
kitlenin olumsuz propagandaya elverişsiz bir kitle olduğunu ortaya koydu.
Bununla birlikte "tekfirci gruplarla mücadele” söylemini 2014 yılından beri ana
güvenlik argümanları arasına yerleştiren İran’da halkın büyük bir bölümü bu
söylemi, ülke kaynaklarının ülke dışındaki milis gruplara aktarılmasının
gerekçesi olarak görüyor. Bu noktada, "tekfirci gruplar” söylemiyle, yalnızca
uluslararası kamuoyuna yönelik sınırlı bir propaganda başarısının hedeflenebileceği
gerçeği de ortaya çıkmış oldu.
Ortaya çıkan tablo bütünüyle, İran’ın,
Karabağ meselesi özelinde sergilediği girişim sonucunda, propaganda
faaliyetleri açısından büyük bir başarısızlık yaşadığını açık biçimde
göstermektedir. Uzun yıllar boyunca propaganda faaliyetlerini başarılı bir
biçimde uyguladığı kabul edilen İran’ın yaşadığı bu başarısızlık, söz konusu
alanda sahip olduğu kabul edilen kabiliyetini de sorgulanır hale getirmiş oldu.
[Milli Savunma Üniversitesi Uluslararası Güvenlik ve Terörizm Programı’nda doktor adayı olan Çağatay Balcı İRAM Güvenlik Çalışmaları Koordinatörlüğü’nde araştırmacı olarak çalışmaktadır]
Anadolu Ajansı
Macron Fransası ve Doğu Akdeniz siyaseti
Dünya barışı kavramının uluslararası arenadaki mevcut kargaşa içerisinde unutulduğunu ve yerini ne olursa olsun kazanma hırsının aldığını müşahede ediyoruz.
Daha...