
Bakü, 12 Aralık 2013 – Newtimes.az
Dünyada bir istikrarsızlık hayaleti dolaşıyor. Yaz aylarında Türkiye’yi ve Brezilya’yı vuran toplumsal huzursuzluk dalgaları, bugünlerde Karadeniz’in Kuzeyindeki Ukrayna’yı, Güneydoğu Asya’da Tayland’ı ve komşumuz Ermenistan’ı ve Ortadoğu’da Mısır’ı vuruyor. Tabi Ortadoğu’daki Arap Baharını ve özellikle iki yıldır süren Suriye kargaşasını da unutmamak gerekiyor. ABD ve İran gibi eski düşmanların barıştığı bir dünyada son gelişmeleri nasıl okumak gerekir? Bunlar anlık, konjonktürelve geçici/tesadüfi olaylar mıdır, yoksa daha derindeki dip dalgaların dışa vurumu mudur?
Devresel tarih anlayışının öncülerinden olan İbni Haldun gibi düşünürler devletlerin yükseliş ve düşüşlerinin sosyolojik dinamiklerini "asabiyet bağı” ile açıklar. Göçebe kavimlerin dinamizminin yerleşik hayata geçişle zayıflamaya başladığını ve birkaç nesil sonra dışarıdan gelen saldırılarla devletlerin dağıldığını anlatır. İbni Haldun devletin hayatının ortalama yüz yıl sürdüğü sonucuna da ulaşırPaul Kennedy gibi düşünürler ise büyük güçlerin yükselişini ve düşüşünü ekonomik temelli yaklaşımlarla açıklarlar. Toynbee ve Braudel gibi düşünürler tarihin akışını medeniyet perspektifinden okuma eğilimindedirler. Uluslararası ilişkiler alanında da, uluslararası sistemde düzen (istikrar) ve değişimin (orderandchange) uzun dönemde nasıl açıklanabileceğine ilişkin ciddi çalışmalar yapılmıştır. Hatta denilebilir ki, son yıllarda siyaset bilimi ve uluslararası ilişkilerin en sıcak tartışma konularından biri küresel sistemin geleceğinin nasıl şekilleneceğidir. Güç kaymasını açıklayan ve geleceği öngörmeye çalışan pek çok kitap ve makale yazılmaktadır. Zira küresel sistemde birkaç yüz yıldır başat rol oynayan Avrupa ve ABD’nin içinden geçmekte olduğu derin siyasi/ekonomik kriz bu ülkelerin küresel rollerini ciddi biçimde sarsarken, diğer yandan yükselen güçlere ise önemli bir manevra alanı sağlamaktadır Örneğin bu bağlamda BRICS ve MİTKA (Meksika, Endonozya, Türkiye, G. Kore ve Avustralya) gibi oluşumlar, batının küresel hegemonyasındaki çözülmenin küresel sistemde yarattığı güç boşluğu ve belirsizlik ortamında oluşan dayanışma platformları olarak okunabilir.
Gerçekten de Obama gibi liderler dahil küresel sistemdeki güç kaymasının farkındadırlar ve bu geçiş sürecinde nasıl bir dış politika izlenmesi gerektiği konusunda ABD siyasi elitleri arasında bugünlerde ciddi tartışmalar yaşanmaktadır. Örneğin ABD-İran yakınlaşması ve ABD-İsrail ilişkilerinin geleceği ABD kongresini ve güvenlik elitlerini bölmüş durumdadır. Benim burada üzerinde duracağım esas konu ise, küresel sistemin değişim sürecinin yarattığı gerginliklerin bölgesel güçlerin iç ve dış politikalarına nasıl yansıdığıdır. Türkiye’deki gezi parkı olayları, Brezilya’daki kitlesel eylemler, Ukrayna’daki "AB mi Rusya mı” tartışmalarının sokağa yansımaları; Tayland’daki sokak gösterileri; Suriye’deki bitmeyen iç savaş acaba küresel güç dengelerindeki siyasi depremlerin yansımaları olarak da okunamaz mı? Bizce okunabilir ve bu konu ciddi bir analizi hak etmektedir de.
Uluslararası ilişkilerde hegemonik dönüşümleri açıklamak için Gilpin gibi akademisyenler genelde dönüştürücü savaşlardan söz ederken, Holsti gibi yazarlar ise değişimin habercileri olarak kritik önemdeki teknolojik ilerlemeleri veya bazı büyük olayları önemserler. Günümüzde de gerçekten iletişim teknolojilerindeki değişmeler iletişim alanında büyük bir devrime sebep olmuştur. Sosyal medya küresel bir fenemone dönüşmüş ve siyasi anlamda yeni katılım ve etkileşim imkanları yaratmıştır. Tersinden okunduğunda, iktidarlar için vatandaşlarının özel hayatlarını kontrol etme anlamında yeni güç imkanı sağlasa da, iletişimin gelişmesi iktidarların meşruluğunu ve yönetme gücünü ciddi biçimde zayıflatmakta, gezi parkı olayında gözlendiği gibi kitlesel manipülasyonlara imkan vermektedir. Arap dünyasındaki ani sosyal patlamalardaki twitter ve facebook gibi yeni, TV gibi (CNN ve El Cezire etkisi) eski medyanın etkilerini hatırlatmak yeterlidir.
Diğer yandan, hegenomik zayıflama ve küresel güç dengelerindeki akışkanlık ise özellikle siyasi, kültürel, etnik ve sekteryan bölünmelerin yaşandığı ülkelerdeki siyasi istikrarı zayıflatmakta ve kırılganlıkları artırmaktadır. Zira küresel sistemde ekonomi-politik belirsizliklerin artması, kendi siyasi-ekonomik kurumları zaten zayıf olan gelişmekte olan ülkelerin dışsal şokları absorbe etme yeteneklerini felce uğratmakta; dolayısıyla toplumsal fay hatları da hızla harekete geçebilmektedir. Bugün hala Türkiye siyasetinin üzerinde dolaşmakta olan "gezi hayaletinin” toplumda yarattığı ideolojik ve sekteryankutuplaşmaları bu gözle bir kez daha okumak gerekir.
Küresel hegenomik çözülmenin yarattığı gerginlik ve çatışmaların bölgesel yansımaları ise uluslararası barış ve güvenliği etkileme bakımından çok daha ciddi sonuçlar doğuracak boyutlardadır. Burada altını çizmeye çalıştığım asıl konu şudur. ABD’nin küresel sistemden elini çekmeye başlaması ve BM’nin işlevsiz kalması nedeniyle, dünyanın kırılgan jeopolitik fay hatları olarak tanımlanabilecek olan bölgelerinde devletler arası rekabet keskinleşmekte ve çatışma risklerigiderek artmaktadır. Realistlerin deyimiyle, uluslararası sistem bugün düne göre daha anarşik bir duruma doğru evirilmektedir. Normlara bağlılık azalmakta, güç mücadelesi çok daha acımasız ve ahlaksız bir hal almaktadır. Dahası, batının zayıflaması batı kaynaklı siyasi değerler olan demokrasi ve insan hakları gibi değerleri de zayıflatmaktadır. Çin, Rusya ve İran gibi otoriter ülkelerin kaba güce dayalı yönetim anlayışları ne yazık ki devletler arasındaki ilişkilerde sonuç almada daha başarılı olmaya başlamıştır. Suriye’deki diktatör Esed’in ayakta kalması, Rusya ve İran gibi güçlü otoriter dostlarının dünya kamuoyunu, uluslararası hukuku ve diplomatik teamülleri yok sayan politikaları olmasaydı mümkün olabilir miydi? Kimyasal silahla yapılan katliamlar başka türlü nasıl görmezden gelinebilirdi? Çin, tek taraflı olarak ilan ettiği yeni hava savunma konseptini komşularının itirazlarını hiç umursamadan uygulamaya sokabilir miydi? Rusya’nın "güç politikası” olmadan Ukrayna ve Ermenistan gibi ülkelerde hükümetler bu kadar kolayca Avrupa öncelikli politikalarından vaz geçip, Rusya ile eski SSCB’yi andıran Avrasya Birliği projesine evet diyebilirler miydi?
Şunu söylemek mümkün. Gelecek yıllarda en keskin mücadeleler, jeopolitik fay hatlarının kırılgan olduğu bölgelerde, çevresini kontrol ederek kendi değerlerine ve çıkarlarına göre düzen ve istikrar sağlamaya çalışan yükselen güçler arasında olacak gibi görünüyor. Kırılgan ve sıcak çatışmaya dönüşme riski taşıyan bölgeler ise şunlardır: 1) Karadeniz’in kuzeyi ve kuzey doğusu 2) Balkanlar 3) Ortadoğu 4) Güney Asya (Afganistan-Pakistan) 5) Kuzey Çin ve Orta Asya 6) Kuzey Afrika 7) Körfez bölgesi. İlginçtir ki, çoğu zaman bu bölgeler aynı zamanda tarihsel ve sosyolojik olarak farklı medeniyetleri ve kültürleri temsil eden halkların/ulusların karşılaştığı coğrafyalardır. Batı dışı medeniyetlerin yeniden küresel düzlemde meşru rol arayışlarının artacağı önümüzdeki yıllarda, ne yazık ki bölgesel ve küresel barışı kurmak ve korumak o kadar kolay olamayacaktır. Bugün Türkiye’nin açılım ve reform politikaları vasıtasıyla Anadoluyu ve çevresini çoğulculuk ve adalet ruhuyla yeniden inşa etme çabalarını bu bağlamda yeniden okumak çok daha anlamlı olacaktır.
Kaynak: Stratejik Düşünce Enstitüsü (Türkiye)
Macron Fransası ve Doğu Akdeniz siyaseti
Dünya barışı kavramının uluslararası arenadaki mevcut kargaşa içerisinde unutulduğunu ve yerini ne olursa olsun kazanma hırsının aldığını müşahede ediyoruz.
Daha...